30 Nisan 2009 Perşembe

Neden Clint'in Cevabı ve Hoşbulduk...


Clint, hep kötülerle savaşır gençliğinde. Aktördür ve ona ne denirse onu yapar. Kızılderililer onun için hep ötekidir.

Hayatında acımaya yer yoktur. Vahşi Batı'nın en acımasız zamanlarında geçer Clint'in aktörlüğü. Adalet'e yer yoktur. Ölürmüsün öldürürmüsün zamanlarıdır.
Ama sonraları...

Clint yaşlandıkça içinde merhamet ateşi yakar kavurur onu. Yandıkça ötekini anlar. Bazen Vietnam'lıları savunur; bazen de Amerika'da ki göçmenleri. Onlarla beraber yaşamak artık hayatının vazgeçilmezidir.

Artık, O eski acımasız Clint değildir.

Mahallenin sert erkeği gitmiş yerine babacan emekli bir amca gelmiştir.

İşte bu yüzden Clint.

ve Hoşbulduk...

CLINT

Gadjo Dillo ve Çingeneler


Babasının dinlediği bir müzisyeni bulabilmek için genç adam uzun bir yolculuğu göze alır. Hiç bilmediği ve hiç anlayamadığı insanların arasında bir kaç ay geçirmek...

Kime ne söylese anlaşılmaz. Ama diller devre dışı kalsa da gönüller birdir hep. Babasının sözünü yerine getirmek için gelen bu gence kol kanat gerer çingeneler.

Bizim Roman diyerek onore mi ettiğimiz yoksa kimliklerini mi unutturmaya çalıştığımızın belli olmadığı bu insanlar, kendi asıl vatanlarında yani Romenlerin arasında da hep dışlanmışlardır. Romenler, Romanlardan hiç hazzetmezler. Diğer tüm coğrafyalarda olduğu gibi.

Bir gün içlerinden birisi isyan edercesine yakarır:

Tanrım bu kadar kara olmak için sana ne yaptım?

Evleri yağmalanır,köylerinden atılırlar ama neşelerini hiç kaybetmezler...


Onlar Çingenedir...

CLINT

hoşgeldin






Hoşgeldin Clint :)

ortalık yemyeşilken nasıl çorak kalabildin a toprağım..yağmur yağarken neredeydin?

iğnelidir sözlerin hep kinayi kinayi...
hele bir koparsınlar kuyrugundan danayı
iğne bile kurup ağır sanayi...
sana mı kaldı seçmek iyi ile fenayı?
bunca yıl anlamadın şu yalancı dünyayı,
devir küfeyi yan gel, keyfine bak enayi!

neye neye dayanacaksın, yok dikili ağacın...
bitmez mi hiç baş ağrın, dinmez mi yürek sancın?
ne başlara taç oldun, ne başında var tacın...
bunca yıl yazdın,cizdin, neydi senin amacın?
sen mi düzeltecektin bu yalancı dünyayi?
devir küfeyi yan gel, keyfine bak enayi!

aziz nesin

öyle kolay kesilip atılmaz her diyet..

Öyle ya da böyle minnet borcumuzun olduğu insanlar vardır… Yahut bize minnet duyanlar. Ne zor iştir… Asla ödenmeyecek bedeller vardır… Ödesen de kâfi gelmez... Demir tavında dövülür misali zaman aşımına uğrar artık o dava…

Ömer Seyfettin’in hikayesi geldi aklıma...hırsızlıktan kolu kesilecektir hikaye kahramanımızın…O’nun diyet parasını ödeyip kurtarır bir zengin..ancak isteği hayatı boyunca ona hizmet etmesidir...kahramanımız dener bunu ama bu öyle ağır bir bedeldir ki dayanamaz..ve bir gün koyar kütüğe kolunu ve kesiverir..al diyetini diye bağırır zengin adama..belki kolunun acısını bile duymaz o an..yılların verdiği acıdan..

Bazı hesaplar burada ödenemez. Hesap günü denen yere havale edilir mecburen. Karşılığı yoktur bazılarının burada. Zaman geçmiş, köprünün altından çok sular akmıştır…

Bazen bir bardak sıcak çay içinizi ısıtmaya yeter...

Bir gün iki çocuklu bir aile gezintiye çıkarlar. Çocuklardan biri yorulur ve babasının kendisini kucağına almasını ister.Baba da yorgun olduğunu söyler. Çocuk ağlamaya baslar. Baba bir tek kelime söylemeden ağaçtan bir dal keser,dalı bıçakla düzeltir ve oğluna verir "Al oğlum sana güzel bir at" der. Çocuk sevinçle ata biner ve sıçrayarak,ata vurarak evin yolunu tutar.Baba gülerek kızına" İste hayat budur kızım.

Bazen zihnen veya bedenen kendini çok yorgun hissedeceksin.
İste o zaman kendine değnekten bir at bul ve neşe ile yoluna devam et.

Prof. Dr. Murray

28 Nisan 2009 Salı

sahi biz ne zaman şendik..

Ah o yazlık sinemalar
Kapı önü akşamları
Saksıda son sardunyalar
Avluda el yazmaları
Ah kaldırımlar biliyor
Bir devir muhteşemdik
Güz güneşinden hüzünlü
İlk yazdan şendik
(sezen aksu-son sardunyalar)

Kapkaradenize hoşgeldiniz...


Uzun otobüs yolculuğu sonlarına doğru ki genelde sabaha karşı otobüs durur tanıdık deniz kenarında.Millette o saate yakışmayan bir neşe bir hareketlilik...belli ki geldik, iyice yaklaştık...burası Vakfıkebir ekmeğinin olduğu fırın..otobüs durur ve millet iner..herkes elinde birkaç ekmekle biner otobüse yeniden..buram buram sıcak ekmek kokar..insanlar kıpır kıpır..çoğu yerine bile oturamaz..yolculuk devam eder…koyu Karadeniz solda kalır..yeşilin tonları,dik yamaçlar sağda..Karadenize özgü evler görülür tepelerde..bir Karadenizli olmalıdır insan bu kıpırtıyı duymak için içinde..gün ağarmıştır artık..
Yolculuğa başladığınız o donuk insanlar değillerdir artık… Adeta hepsi değişime uğramıştır… Kimi hayratlı kimi Of’ludur kimi Akçaabat’ta bekleyenlerinden sözeder kimi Çaykara’ya saat kaçta olacağını hesap eder.
Gençler daha bir ağırbaşlıdır. Henüz kalp atışlarını hızlandıramamıştır Karadeniz’in kokusu…
İnecekleri yere göre yolcular hazırlanır...bir telaşedir gider otobüste...Trabzon’a girilmiştir artık..terminalde kavuşma görüntüleri vardır..
Ganita gözükür... En kısa zamanda gelip burada çay içmenin hayalini kurarsınız... Artık gerçeğe dönüştürebileceğiniz bir hayaldir…
Deniz koyu yeşildir, koyu mavi, hep koyudur... Hırçındır… Kara-denizdir…
Gittikçe dikleşir yamaçlar… Çay bahçeleri görülüyor artık... İçeri girdiniz demektir…

24 Nisan 2009 Cuma

Bir başkadır benim memleketim...

Sabahın erken saatleri..işe gitmek veya okula gitmek için yallardasınız..ya serviste ya özel arabanızda..sabah mahmurluğu ile yol alırsınız ki birden durur araba ( ki zaten zaman zaman durur da bu kez bir türlü yola devam etmez).. meğer önünüzde çöp arabası..eyvah ki eyvah! eğer yol darsa,türlü manevralarla başka yollara sapamayacaksanız yandığınızın resmidir...herkes de kanıksamıştır olayı..bunlar hangi trafik kanununa tabidirler bilemem ama bir tür ambulans,itfaiye arabası iltiması geçilir çöp arabalarına..adamlarda zaten umursamaz,yüzlerinde herhangi bir rahatsızlık duyma( verdiği rahatsızlıktan sıkılma) belirtisi bulunmaz..hem niye olsun ki..adamlar işlerini yapıyorlar..hemde milletin pis işlerini..her yüz metrede bir durur önünüzdeki koca araba..artık yapacak tek bir şey kalmıştır..


" lay lay lay lay lay lay lay lara lay lara lay lay

bir başkadır benim memleketim! "

22 Nisan 2009 Çarşamba

Yağmasın yarına yağmur çocuklar bayram yapsın



Okulumuzun bahçesinde kutlardık 23 Nisanları ve ben hangi 23 Nisanda görev almışsam ya yağmur yağardı ya hasta olurdum :) O zamanlar bahar yağmurunun güzelliğinden, bereketinden , insana verdiği dinginlikten bihaber törenlerin iptal edilmesine sebep olduğu için kızardım. Sabaha kadar uyumazdım tören kıyafetleri bir yanda ben pencere yanında dursun yağmur diye beklerdim . Gene bir 23 Nisan gene bir yağmur yağıyor. Beni artık ne kadar ilgilendirmiyorsada :) Bugün yağmuru seyrederken artık bana sadece tatil olması sebebiyle ilgilendiren 23 Nisanın etkilediği çocukluğumu ve etkileyeceği çocukları düşündüm. Yağmasın yarına yağmur çocuklar bayram yapsın.

cidden öküze benzemiyor mu?

nette vardır benzeri resimler...bende yıllardır görürüm bu öküz başını..üstelik ağzında da dikkat edilirse ot bile vardır..hiç değişmeden öylece kalmış yıllardır..ne otu yedi ne kendi büyüdü..
bilemiyorum birinden ah mı aldıda öküz olup kaldı bu ormanda..
darısı doğada serbestçe dolaşan diğer öküzlerin başına..
(dört ayaklı öküzleri tenzih ederim)

17 Nisan 2009 Cuma

Al Yazmalım' a balkabağı götürsem beni affeder mi ...

Sevgi neydi ?
Sevgi iyilikti,dostluktu..Sevgi emekti..



*Durursam bir daha kurtulamam..

-Ziyanı yok gülüŞü yeter bize..

*Yüreğim kaydıysa günah mı?..

-Çamura saplansam yardıma gelir misin?..

*Elini tuttum sıcacıktı, yüreği elindeymiŞ gibi..

-Elinden tutuversem benimle gelir mi?

*Seninim iŞte alıp götürsene beni..

-Elveda Asya, elveda selvi boylum al yazmalım elveda..

-BitmemiŞ türküm benim..

Maziye bir bakıver..neler neler bırakmış..

1978' lerden kalma bir düğün davetiyesi buldum..umarım muratlarına ermişlerdir..kerevetlerine çıkansa çoktan çıkmıştır zaten..

eskiden niyet falı çekerdi tavşanlar..hala var mı bilmem..yıllar ki bana asırlar gibi geliyor bende çektirmişim..ve saklamışım...bir zamanlar içimizi acıtan satırlar şimdi yalnızca buruk bir tebessüm bırakıyor..

maziyi temizledim az..eledim..elekledim fotoğraflarımı..



doğaya yolum düştü(3)

Koca ağaç dalı minik su birikintisinin gönlüne düşüyor..


elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
(Attila İlhan-Yağmur Kaçağı)

Aşk (ışk) kelimesinin sözlük anlamı, “sarmaşık” demektir. Sarmaşığın özelliği;sarıldığı ağacı içten içe kurutması, bitirmesi, sonunu hazırlamasıdır.Aşka tutulan ağaçta,artık bütün buyruklar sarmaşık tarafından verilir ve âşık, “herkesi kör;dört yanı duvar sanır”. Sarmaşık,nasıl hızlıca büyüyüp ağacı kaplarsa, aşk da öyle hızlı gelişir ve âşık daha sabahtan akşama varmadan aşk sarmaşığıyla sarılıp geceyi onun koynunda geçirir.
(Kitâb-ı Aşk)İskender PALA



doğaya yolum düştü(2)

koyunları hiç bu kadar romantik bu kadar karizmatik görmemiştim..
kamufle olmuş bir vrak var orada..öpülme fobisi olabilir..

arı bız bızz mı der yoksa vız vızz mı..

Ooo sen epey yol almışsın yaw..hafife almışım seni..yoksa sen o değil misin? kimsin sen? öyle elini kolunu sallayarak giremez herkes buraya haberin ola!



15 Nisan 2009 Çarşamba

demiştim ama..


Ağlamam demiştim oysa öylesi filmlere... Babam ve Oğlum’ da tutamadım kendimi... Çokça kaçtım wc’ye kimse görmesin diye gözyaşlarımı…

Etkilenmem hatta izlemem demiştim öyle popüler filmleri... Issız Adam’ı seyredenler kervanına katıldım bende... Özellikle son sahnesinde sarsıldım… Tuhaflaştım…Uzaklaştım…

14 Nisan 2009 Salı

bir film seyrettim içinde okyanus olan(Flashbacks Of A Fool)

Okyanusları severim bilirsiniz, içinde okyanus sahnelerinin bol olduğu filmleride severim. Hele bir de güzel iseler hele bir de o sahneler kartpostal kıvamında verilebilmişse. Kartpostal kıvamı dediysem abartılı evler, güneşin batışı doğuşu sahneleri değil. Sadeydiler oldukça. Sanki o okyanusun kenarındaki o birkaç evde yaşayan insanlardan biride bendim gibi hissettim. O kadar içine alıyor film insanı yada beni :) Sade evlerde yaşayan, sade insanların hikayelerini seyretmeyi seviyorum artık. Göz boyayan şaşalı görüntülerden arındı beynim şükür. Hayat nasıl trajediler ve mutluluklardan ibaret bir kez daha gördüm. Çokta güzel bir şarkı vardı. Roxy Music’ten “If There Is Something .
şarkının tükçesi
geçmişimde bir yerlerde verdiğim bir karardın.
uzun saçların ve sen o günlere dönebilsem.
hayatım koskoca bir hata biliyorum
umut yok yarına
verdiğim son bir kararla seni yeniden görebilsem.
"at kuyruğunu salla kız beni geçmişe götürüyor"
bu oyunu kaybettim evet sözler içimde düğümleniyor.


doğaya yolum düştü(1)

yosun tutmuş taşlar etkilemiştir beni..esrarengiz gelmişlerdir hep..sırları vardır sanki..


bunlar kardelenlerin kardeşi olmalı... yaprakdelenler..

yolun açık olsun..bu hızla nereye kadar..


doğada fraktal geometriye/kendini tekrar eden/veya altın orana ben de şahit oldum..

13 Nisan 2009 Pazartesi

yağmur yağdı..seller aktı..arap kızı camdan baktı..bende baktım...


Tatil denince olmazsa olmazımdır güneş ama olmayınca olmuyor işte …
Şöyle yüzüme ,gözüme,gönlüme değmeli sıcaklığı,ışıltısı,huzuru..bu tatil ne yazık ki sisli,yağmurlu geçti hemen hemen..nisan yağmurları denince hava ılık olmalıdır fikri hakim olsa da bu fikir havaya pek hakim olamadı.. hafta ortası pek kıymetli güneş nazlı yüzünü gösterdi sevimsiz bir rüzgarın eşliğinde..ağabeyi ile zoraki gezmeye çıkmış bir genç kız gibiydi..esasen yağmurlu günleri tatilden düşmeli bence..belki o da olur yakında..bu arada 1 Mayıs resmi tatil olacakmış duyduğuma göre..23 nisan perşembeye 1 mayıs cumaya geliyor,ikisini birleştirmek mümkün mü acaba : )

Hayat anlık hazlardan ibarettir demişti bir dostum..anlık güzellikler yaşadım....birkaç saatlik güneş eşliğinde papatyalara uzanabildim mesela..sessizlikte yürüdüm..kaplumbağaları,beyaz kelebekleri izledim..karıncalar yuva yapmaya başlamış..koyun sürülerini seyrettim..ineklerin boynuzlarını birbirine geçirerek dövüşmelerine şahit oldum..yağmurda ıslandım(ıslanmak zorunda kaldım)..yeğenimle top oynadım..boş kaleye iki gol attım: ) …ateş yakıp seyrettim..dere gördüm üzerinde tahta köprüsü olan..göl gördüm üzerinde ördekler yüzmeyen : ) kerpiç köy evleri gördüm pencereleri yeşil,mavi boyalı..tarlada çalışan kadınlar gördüm iki büklüm...koyun sürüsünün arkasından yürüyen, sigarasını tüttüren çobanı selamladım…ama en çok sessizliği,özellikle güneşli sessizliği sevdim..sahi bu yazıda kaç güneş kelimesi geçiyor acaba merak ettim…tam beş kez..bu kadar kısa bir yazıda edebi açıdan olmamış tabi..başka açılardan bakmalı olaya..

“İyi Alman/ The Good German” filmini izledim..filim siyah beyaz çekilmiş..epey kasvetli..George Clooney,Cate Blanchett oynuyor. Joseph Kanon’ın aynı adlı romanından uyarlanmış..Cate bu filimde sarışın değil ..George’ uda bu tarihi filme pek yakıştıramadım..Genç bir çocuk vardı lakin filmin sonuna ömrü vefa etmeyen..Tobey Magure..renkli,neşeli bir tipti..filmdeki tek renk beklide..filmin sonunda Casablanca’yı anımsıyorsunuz..tıpatıp aynı sahne neredeyse.. küçük uçaklı, şapkalı, yağmurlu ve gözleri yaşlı iki aşık..Bogart’ı tercih ederim…yalnız filme adını veren “İyi Alman” kimdi karar veremedim..

Kitap okudum fırsat buldukça..

Yaptığım faideli şeylerden biride eski albümleri elemek...detoks uyguladım resmen..bir çok fotoğrafı yırttım,yaktım vs..albümden çıkarıp yırtamadıklarım var..çıkarıp atmam gerekirken iltimas geçtiklerim de var..1992’ den beri bir biçimde benimle olan ağlayan çocuk tablosunu duvardan indirdim…onu da ateşe verip yavaş yavaş yanışını seyredecektim,hakkında belki şiirler yazacaktım ama yağmur izin vermedi…gözyaşları yağmura karıştı sarı saçlı çocuğun..resim tanınmaz hale geldi..gelsin.

Bol resim çektim..bilahare onları burada yayımlamayı isterim..


Kucaklıyorum sizi sevgiyle..

3 Nisan 2009 Cuma

menekşeler neden hep gülümsetir ki beni ?

İşte otururken dışarı özlüyorum güzel havanın kışkırtmasıyla , yollarda gördüğüm çiçeklerin baharı müjdelemesi sebebiyle. Çıkacağım yürüyeceğim gezeceğim dolaşacağım diye acayip bir enerji patlaması , istek çatlaması : ) oluyorum. İşten çıkınca yolun büyümesinden değil, gezmek istememin geçmiş olmasından değil, evimi özlüyor olmaktan değil, garip bir hisle servise koşuyorum. Gözüm yoldaki menekşelere takılıyor gülümsüyorum. Menekşeler neden hep gülümsetir ki beni . Onu düşünüyorum.

2 Nisan 2009 Perşembe

Hap şuu! deyip geçmeyin...



Hapşırmak deyince aklıma gelen sevgili Marilyn’in o yüksek akortlu sesidir… Okulda hapşırmalarını hatırlıyorum, millet bize bakardı, hayretlerinin sebebi bu kadar yüksek bir sesin bu denli naif birinden çıkması idi büyük ihtimal… Bu sıralar bolca hapşırıyorum... Hayırlı bir şeymiş bu… Esasında aksırma olan adı halk arasındaki hapşırma olarak telaffuz ediliyor niyeyse... Ayrıca insan hapşırınca birkaç saniyelik zaman dilimi içerisinde kalbin atışı durur ve kalp bu esnada dinlenirmiş Bundan sonra kalp tekrar çalışmaya başlar, istemsiz yapılan bu hareketle doğal nefesle atamadığımız birçok mikrobu bu yolla atabiliyoruz da çevreyi kirletmemizin sonucu ne oluyor peki düşünen var mı : )

Eskiden hapşırmanın önemli bir tehlike olduğuna inanılırmış. Milattan önceye kadar varıyor bu mesele..yani konuyu derinlemesine incelemek için milattan önceye kadar gittim..araştırma deyince böyle olmalı..ne diyorduk ; m.ö.dördüncü yüzyılda Aristo ve tıbbın babası sayılan Hipokrat'ın öğretileriyle insanlar, hapşırmanın başın yabancı maddelere karşı bir savunma refleksi olduğunu öğrendiler. Hapşırma bir hastalığın başlangıcı olduğundan hastalığın sonunun kötü bitmemesi için hapşırana 'uzun yaşa', 'sağlıklı yaşa' gibi sözlerin söylenmesi âdeti bu zamanlarda başlamış. Hapşırana “God bless you” (tanrı seni kutsasın) akabinde hep beraber manasına “all together” denir, aklınızda olsun… Olurda yurt dışında hapşırır birisi, cahil kalmayın. İtalya’da durum daha bir farklı, altıncı yüzyılda veba hastalığı tüm şiddeti ile başlamış, belirtisi kronik hapşırma imiş. Hatta Papa durumu iyice ilerletip “God bless you” denilmesini yasa olarak yayınlayıp ve mecbur kılmış. Bu yasa ile ayrıca hapşıranın çevresinde 'God bless you' diyecek kimse yoksa o kişinin kendi kendisine 'God help me' (Tanrı yardımcım olsun) demesi de tavsiye edilmiş. Bizim dinimizde de aksırmak hayırlı kabul edilmiş, hapşıran bir Müslümanın “elhamdülillah” ( Allaha hamdolsun) demesi, orada bulunanların da hapşıran kişiye, “yerhamükellah” ( Allah sana rahmet etsin) diyerek mukabelede bulunması, hapşıran kişinin de tekrar, “yehdînâ ve yehdîkümullah” ( Allah (c c ) bize ve size hidayet etsin) demesi, Peygamberimiz (s a v ) Efendimizin sünnetidir

Almanlar “gesundheit” İtalyanlar felicita diyormuş hapşıranlara… Bu arada ‘felicita’ diye bir şarkı vardı hatırlıyorum… Al Bano& Romina Power ikilisinin söylediği… Sanırım Eurovision ikincisi olmuştu. Ne derli toplu bir çift idiler... O zamandan bu zamana ne kadar değişti dimi Eurovisionun vizyonu: ) şimdi düm tek düm tek deyip sallamak gerekiyor. Nereden nereye geldim… Çağ atlamak buna mı deniyor bilmem ama konudan konuya atladığım kesin…

Bu arada aramıza katılan zat-ı muhtereme hoş geldiniz diyorum... Sevgili Yul Brynner’ ı en son Siyam Kralı olarak bir filmde görmüştüm, esip gürlüyordu… Umarım sizde o vasıflar yoktur… Var ise de bize sökmeyeceğini bilmenizi yoksa bildirmeyi isteriz : )

1 Nisan 2009 Çarşamba

HOŞGELDİM


Başlamak bitirmenin yarısı demişler; yeni bir sayfada yazmaya başladımya tez bitmesin diyorum şimdi. Başlamasa mıydım yoksa bitmesin diye.